Bir ‘Koruma’ Olarak İnsan Hakları

İnsan hakları üzerine yapılan çalışmalar ve tartışmalar son birkaç yüzyıldır yapılmaktadır. Bu yönüyle insan haklarının insanlık tarihi açısından yeni bir tartışma konusu olduğu açıktır. Kavram olarak insan hakları, tanımlaması zor ve içerik olarak karmaşık bir yapıya sahiptir. İnsan hakları kavramı siyasetçiler, filozoflar ve hukukçular arasında farklı şekillerde tanımlandığı için net kriterlere sahip değildir (Griffin, 2011, s. 224). Bu haklar, insan onurunu korumayı amaç edinmektedir. Bu yönüyle insan haklarının evrensel olarak algılanması daha sağlıklı bir tespit olacaktır. Çünkü hayat, hürriyet, mülkiyet, adil yargılanma, işkence ve kötü muameleden korunma hakkı gibi haklar tüm insanlığı ilgilendiren konulardır.

            İnsan hakları pek çok akademisyen tarafından farklı şekillerde ifade edilmiştir. Genel bir tanımlama yapılacak olursa “İnsan hakları en geniş manada insanın sadece insan olduğu, hayatını onurlu bir şekilde sürdürmesini sağlayacak bir takım temel hakların olması gerektiği düşüncesine dayanan haklar bütünüdür.” Bu haklar; içinde barındırdığı kuralları düzenlerken aynı zamanda koruma mekanizmaları da geliştirir. Birçok hukuk kuralı ulusal olarak koruma mekanizması gerektirebilir fakat insan haklarının konusu daha özeldir. İnsan hakları hem ulusal hem de uluslararası alanda koruma mekanizması gerektirir (Çağıran, 2011, s. 3). Türk hukukunda da birçok kanunda insan haklarına saygı gösterilmesi ve bu hakların koruma altına alınması hususu göz önünde bulundurulmuştur. En başta Anayasamızın 2. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü yer almaktadır. Ayrıca yaşam hakkı, hürriyet hakkı, ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı başta olmak üzere birçok başlık ayrı ayrı belirtilmiştir. Söz konusu haklara karşı yapılan ihlallerin cezai yaptırımları da Türk Ceza Kanunu’nda detaylı olarak belirlenmiştir.

            İnsan haklarının konusu ve içeriği toplumun hassasiyet gösterdiği veya göstermesi gerektiği her konu ile alakalı değildir. Çoğu birey, insan haklarını kendi zihninde canlanan “iyi olan her şey” olarak görmektedir. İnsan hakları; demokrasi, refah veya adalet olguları ile karıştırılmaktadır. Öyle ki bu haklar, kişilerin “hoşuna giden, çıkarına uygun olan ve olmasını temenni ettiği” haklar bütünü olarak görülmektedir (Erdoğan, 2018, s. 24-25). İnsan haklarının bu şekilde algılanması bu disiplinin sıradanlaşmasına ve önemini kaybetmesine neden olmaktadır. Halbuki diğer hukuki disiplinlerin aksine insan hakları en önemli haklar bütünüdür. Fakat insan haklarının ne olduğu hususunda genellikle yanlış çıkarımlar yapılmaktadır.

             İnsan hakları insanın doğuştan sahip olduğu haklardır ve en temel insani özellikleri korumayı hedeflediği için kendiliğinden oluşan haklar bütünüdür. Bu kapsamda insan haklarının doğal hukukun bir yansıması olduğu söylenebilir. Doğal hukukun temel iddiası ‘olması gereken’dir. İnsan akıl ile erişebileceği doğal hukuka göre hukuk ve ahlak kesişmelidir (Wacks, 2017, s. 35). Bu bağlamda insan haklarının konusunun kişi, ırk, dil, din veya diğer başka unsurlar dikkate alınmaksızın insan olduğu anlaşılmalıdır.

          Tarihi süreçte birçok insan hakları düzenlemeleri yapılmıştır. Bu düzenlemelerin çoğunun ortak noktaları bellidir. Dünyanın farklı yerlerinde farklı kültürler görülmesine rağmen “insan onuru” kavramı insanlığın ortak değeri olmuştur. Örneğin; dünyanın neresine gidilirse gidilsin bir insanın işkence görmesi insan hakları ihlalidir. İnsan hakları aslında kendi ilkelerini kendi belirleyen bir mekanizmadan oluşmaktadır. Akla dayanan bu hakların hangi durumlarda ihlal edildiği kolayca anlaşılmaktadır.

            İnsan hakları düşüncesi bireyleri siyasi baskıdan korunma amacıyla ortaya çıkan bir kavramdır. Herhangi bir yasama faaliyetine bağımlı değildir. Fakat her ne kadar bir yasama faaliyetine bağlı olmasa da bu disiplinin pratikte etkili olması pozitif hukuka yansımasına bağlıdır (Erdoğan, 2018, s. 25-26). Başta Türkiye olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde görülen insan hakları ihlallerinin görülmesinin ana sebebi ‘pratikte’ pozitif hukuka net olarak yansımamasından kaynaklanmaktadır. Bir hakkın varlığı kanunda veya evrensel ilkelerde katı bir şekilde belirtilmiş olsa dahi pratiğe yansımadığı müddetçe ihlallerin olması kaçınılmazdır. Bu bağlamda bu hakların hem pozitif hukukta yer alması hem de pratikte koşulsuz bir biçimde korunması gerekmektedir.

            İnsan hakları birey-devlet ilişkisi ile doğrudan bağlantılıdır ve modern çağın içinde barındırdığı bir konu olmuştur. Çağdaş insan hakları kavramı bireylerin devletlerin görevlerine kötüye kullanmasından korumayı amaçlayan bir kavramdır; amacı devleti sınırlandırmaktır. Bu anlamda insan hakları doğrudan devlete karşı ileri sürülebilir bir tartışma konusudur (Erdoğan, 2017, s. 153-154). Bu haklar geniş kapsamlı bir özelliğe sahip olup bireylerin hem devlet organlarına karşı korunmasını hem de bireylerin kişiliğinin gelişmesini sağlamaktadır. İnsanların doğuştan vazgeçilmez ve devredilmez haklarının olduğu ve bu hakların devletten önce geldiği fikri insan haklarının korunması hususunun felsefi temeli olmuştur. Bu haklar otoriter sistemlere ve istibdada karşı çıkışı temsil etmektedir (Güriz, 2019, s. 461). Gerçekten de insan hakları ihlalleri en çok otoriter rejimlerde görülmektedir. Örneğin; devletin güvenliği söylemi dile getirilerek temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması çok sık rastlanan bir durumdur. Fakat yukarıda da belirtildiği üzere bireylerin temel hak ve hürriyetlerinin devletten önce geldiği hususu unutulmamalıdır.

            İnsan haklarının evrenselleşmesi ve birçok devletin de anayasalarında insan haklarına vurgu yapması bir sürecin ardından gerçekleşmiştir. İnsan haklarının evrensel bir boyuta geçmesi 10 Aralık 1948’de imzalanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile gerçekleşmiştir. İşte bu nedenle her yıl 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kabul edilmektedir. Bu gün, diğer önemli günler gibi kutlama veya anma şeklinde olmamalıdır. İnsan Hakları Günü; insan haklarının korunması hususunda farkındalık oluşturmak amacıyla gündeme getirilmelidir.

            10 Aralık 1948’de imzalanan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi son derece ağır biçimde ihlal edilen hakların sonucunda ortaya çıkmış bir metindir. 20. yüzyıl insan hakları adına çok tartışmalı bir dönemdir. 2 büyük savaşın meydana geldiği 20. yüzyılda bir de Soğuk Savaş’ın yaşanması insan hakları ihlalleri ve insani krizleri beraberinde getirmiştir. Özellikle 2. Dünya Savaşı insanlığın ders çıkarması gereken en önemli olaylardan biri olmuştur. Siyasi ve ekonomik rekabet beraberinde savaşı getirmiştir; savaş ise çok büyük insani krizlere sebep olmuştur. Bu bağlamda 2. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım yeni bir uluslararası mekanizmanın doğumunda etkili olmuştur. 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan acı olayların tekrar yaşanmaması için uluslararası sorunların tartışılacağı bir platforma ihtiyaç duyulmuştur. Birleşmiş Milletler bu felsefe ile kurulmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin hemen ardından 24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler (BM), dünya barışına katkı sağlamak amacıyla kurulmuştur. BM’nin uluslararası barış ve huzur için yaptığı en büyük çalışmalardan biri de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’dir. Birleşmiş Milletler, 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni (İHEB) imzalamıştır. Fakat bu beyannamenin imzalanması bir sürecin ardından gerçekleşmiştir. Beyanname, çeşitli çalışmaların ve fikirlerin katkı sağladığı birkaç yıllık bir sürecin sonunda ortaya çıkmıştır. Bu sürecin en önemli dönüm noktalarından biri ABD Başkanı Roosevelt’in henüz savaş devam ederken 6 Ocak 1941’de ABD Kongresi’nde yaptığı konuşma olmuştur. Roosevelt, insan haklarının önemine vurgu yaptıktan sonra 4 madde halinde temel hakları saymıştır. Roosevelt’in saydığı haklar;

–   Dünyanın her yerinde konuşma ve ifade hürriyeti

–   Herkesin kendi tanrısına istediği şekilde ibadet etme hürriyeti

–   Dünyanın her yerinde yoksulluktan kurtulma hürriyeti

–   Dünyanın her yerinde korkudan kurtulma hürriyeti

        Roosvelt’in saydığı 4 temel hak daha sonra İHEB’de farklı şekillerde kendini göstermiştir. Roosvelt’in konuşması aslında dönemin şartlarında birçok ülkenin anayasasında yer alan maddelerine benzemektedir. Fakat konuşmadaki farklılık maddelerin uluslararası geçerliliğinin olması talebidir (Çağıran, 2011, s 58). Savaşın sonunda 25 Haziran 1945’te Birleşmiş Milletler kurulmuştur. İnsan Hakları Evrensel Beynannamesi de 10 Aralık 1948’de  imzalanmıştır.

            İHEB şekil olarak bir giriş bölümünden ve 30 maddeden oluşmaktadır. Bildirinin ilk 21 maddesi klasik haklardan oluşmaktadır. Eşitlik, zorla çalıştırılma ve köleliğin yasaklanması, din ve vicdan hürriyeti gibi haklar ilk 21 maddede yer almaktadır. Bu maddeler çoğunlukla bireysel anlamlar taşımaktadır. İHEB’de 22-27. maddeler arasında iktisadi, toplumsal ve kültürel haklar belirlenmiştir. Sosyal güvenlik hakkı, çalışma hakkı, tatil hakkı, eğitim hakkı ve kültürel hayata katılma hakkı gibi haklar 22-27. maddeler arasında yer almıştır. İHEB’in son 3 maddesi ise birey-toplum ilişkisi üzerine haklardan oluşmaktadır. Kişilerin topluma karşı ödevleri, hakların aranabileceği uluslararası bir nizamı bulabilme hakkı ve hakların kötüye kullanımının yasaklanması son 3 maddede belirtilmiştir. İHEB çoğunlukla bireysel odaklı haklardan oluşmaktadır. İHEB’de hem bireysel hem de toplumsal haklar da bulunmaktadır. Örneğin; 20. madde “toplanma ve dernek kurma hakkı” olarak belirlenmiştir. Bu hak hem bireylerin istedikleri gibi toplanma ve dernek kurma haklarının olduğunu vurgulamaktadır.

            İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, insan haklarının özü olarak kabul edilen “insan onurunu koruma” mekanizması olarak ortaya çıkmıştır. Bildiri herhangi bir dil, din, ırk, renk ve cinsiyet ayırt etmeksizin tüm insanları ortak bir paydada birleştirmiştir. İHEB, felsefe olarak tabii hukuk doktirini anlayışıyla ortaya çıkmıştır. Bildiri imzalandığı dönemde hukukçular arasında tabii hukuk doktrinini savunanların sayısının az olması sebebiyle ortak bir anlayışı yansıtmak bakımından bazı eksiklikler taşımaktadır. Buna karşın bildirinin içeriği evrensel değerleri öngörmüştür. İHEB’in konusu olan kararlar BM Genel Kurulu’nda görüşülmektedir ve karara bağlanmaktadır. Fakat belirtilmelidir ki İHEB’in kararları bağlayıcı nitelik taşımamaktadır; tavsiye niteliğindedir (Çağıran, 2011, s. 91). İHEB’in kararlarının bağlayıcı olmamasının en önemli sebebi ülkelerin “egemenlik hakkı”nı ihlal ettiği yönündeki görüştür. Uluslararası sistemin yarı-anarşik olması ve her ülkenin kendi egemenliğini kendi ilkeleri gereği korumak istemesi İHEB’in kararlarının müeyyide anlamında yetersiz kalmasına sebep olmaktadır.

Kaynakça

Erdoğan, M. (2017). Anayasal Demokrasi. Ankara: Siyasal Kitabevi

Erdoğan, M. (2018). İnsan Hakları Teorisi ve Hukuku. Ankara: Hukuk Yayınları.

Griffin, J. (2011). On Human Rights. Cambridge: The Belknap Press.

Güriz, A. (2019). Hukuk Felsefesi. Ankara: Siyasal Kitabevi.

Wacks, R. (2017). Hukuk Kuramını Anlamak. Ankara: Astana Yayınları.

Çağıran, M.E. (2011). Uluslar Arası Alanda İnsan Hakları. Ankara: Barış Kitap

BU İÇERİĞİ PAYLAŞIN

- YASAL UYARI -

yasal-uyari

MCT Hukuk Bürosu, sitede yer alan tüm bilgilerin, zaman içerisinde gelişim ve değişim gösterecek olan güncel hukuk sistemimize uyarlanacağına dair hiçbir garanti vermemektedir. Hukuki makalelerde yer alan bilgilerin dayandığı kanun hükümleri ve yargısal uygulamalar zaman içerisinde değişiklik göstermesi ihtimal dahilinde ve kaçınılmaz olup, ihtiyaç halinde yapılabilecek en doğru davranış, avukatınız ile birebir görüşmek ve destek almaktır. Bu anlamda tarafımızca hiçbir hukuki mesuliyet kabul edilmemektedir. Sitemizde yer alan bilgiler, mesleki dayanışma kapsamında meslektaşlar tarafından kullanılabilir. Ancak bu sitedeki yayınların haber sitesi vb. internet sitelerinde kullanılabilmesi için yayının alınmış olduğu kaynak açıkça gösterilmeli veya bu internet sitesine link verilmek suretiyle (backlink) kaynağa atıf yapılmalıdır; bu şartların sağlanmış olması halinde ayrıca MCT Hukuk Bürosu yetkililerinden izin alınmış olması gerekmemektedir.

KİTABIMIZ YAYINDA

OLAĞANÜSTÜ HAL HUKUKU